Home / Röportajlar / Türkiye’de sistemin yıkılıp yeniden kurulması lazım!

Türkiye’de sistemin yıkılıp yeniden kurulması lazım!

SİAD`lar arasında farklı bir çizgiye sahip olan TESİAD ve onun sıradışı başkanı İlyas Bozkurt, memleketin ekonomik ve sosyal yapısına dair hazırladığı alternatif projelerle tanınıyor.

Bozkurt`un tespitlerini sıralarken yine marjinal bir cümle kurdu: “Türkiye’de sistemin yıkılıp yeniden kurulması lazım”
Orhan ÇELİK

Geleneksel haftalık sohbetlerimizin bu haftaki konuğu Tüm Etkin Sanayici, İşadamları ve İş Kadınları Federasyonu TESİAD Genel Başkanı İlyas Bozkurt oldu. TESİAD, Bursa’daki en etkin sanayici ve işadamı derneklerinden birisi. Özellikle ekonomiye ilişkin her zaman çok ciddi tespitleri olmuş; ciddi uyarılar yapmıştır.

Yapılan tespitler bugün karşımıza çıkmıştır.
Örneğin dövizin geldiği noktaya, bundan 6-7 ay önce bir televizyon programında dikkat çekmesi gibi…
Kısaca hoppala SİAD’lardan değildir sizin anlayacağınız.
Bu yüzden de son zamanlarda ülkenin geldiği noktayı ve sathı mahalline girildiği şu dönemde milletvekili adaylığına ilişkin bakış açısını, yeni Anayasayı, ekonominin nasıl bir kaosun içine sürüklendiğini kısaca birçok konuyu konuştuk.
Yazı İşleri Müdürümüz Ahmet Kundakçı ve Genel Müdür aynı zamanda köşe yazarımız Osman Gürçay`la birlikte gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbet, birçok kesime adeta ders niteliğindeydi.
Önce kendisine “hep sizin milletvekili olmayı düşünüp düşünmediğiniz gündeme geliyor. Gerçi bana daha önce bu konuyla ilgili net ve açık yüreklilikle düşünmediğinizi söylemiştiniz. Ama köprünün altından çok sular geçti Fikrinizde bir değişiklik var mı?” diye sordum.

Sözünün arkasında nasıl durduğunu şu cümlelerle anlatı;
Önceki dönemde de, bu seçim döneminde de etrafımızdaki insanlar aday olmayacak mısınız? diye soruyorlar. Hatta bazı partilerden daha önceki yıllarda adaylık teklifi de aldım. Hep söylediğim bir şey var; ben milletvekili olsam ne yapacağım. Ben siyaseti düşünmüyorum dedim. Diyelim ki milletvekili oldum; Ankara’ya gittim ne olacak? Bu sistemde genel başkan ne derse onu yapmak zorunda kalıyor insan. Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) İktidar partisinin milletvekili olarak giderseniz iktidarın getirdiği her teklife evet, muhalefet milletvekiliyseniz hayır demek zorundasınız. Dolayısıyla aslına bakarsanız bu sistemde TBMM`de 550 milletvekiline ihtiyaç yok. Kısaca bu sistemin yıkılıp yeniden kurulması lazım. Bu nedenle biz ısrarla yarı başkanlık sistemini öneriyoruz.
Medyaya yapılan baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ne olursa olsun medya muhalif olmalı. Medya özgürce yazabilmeli. Fakat yalan haberden ve iftiradan uzak durarak tamamen gerçeklere odaklı yazabilmeli.
Peki Bursa sizce nasıl yönetiliyor?
Görünen köy ortada Bursa iyi yönetilmiyor değil, Bursa yönetilemiyor. Üstelik Bursa iyi temsil de edilmiyor.
Bozkurt`un “Bursa’nın iyi yönetilmiyor” tespiti ceylan derili koltuklarda oturanları ve lobi eksikliğini hatırlatıyor; bana…
Sözü ekonomiye getirdik, “ne olacak bu dövizin hali?” deyince başladı anlatmaya;

Bundan 6-7 ay önce bir televizyon programına konuk olduğumda doların çıkacağını, işadamlarının dolar borçları varsa kapatmaları gerektiğini söyledim. Niye söyledik; ekonomi bir sihir, bir fal gibi değildir. ABD merkez bankası FED diyorki; 2015 yılında parasal genişlemeyi durduracağım ve faizleri artıracağım.
Bu ne demek; dünyadan ABD’ye para çekeceğim demek… Peki, Amerika’ya para nereden gider; Türkiye’den gider, Brezilya`dan gider, Güney Kore’den gider, Arjantin’den v.s gider.

Şimdi böyle durumlarda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ne yapar. Para çıkışına karşı gardını alır. Elindeki sıcak parayı salmak istemez, bunu da ancak faiz artırımı ile başarabilir. Dolayısıyla MB’nin para politikaları doğru. Cumhurbaşkanının MB’ye müdahalesi son derece yanlış bir çıkış. Baksanıza tüm baskıya rağmen MB faizi 0.25’ baz puan indirdi. Hemen arkasından ne oldu? Döviz yükseldi. Buna rağmen arkasından bir 0,50 puan geldi. Döviz daha da yükseldi. Hala da tehlikeli tırmanışını sürdürüyor. MB’nin dövize dövizle müdahaleleri de fayda etmiyor.

Dövizi ancak faizle dengede tutabilirsiniz. Başka türlü mümkün değil. Örneğin ABD’de faiz yüzde 2,5 Türkiye`de yüzde 11, yatırımcı doğal olarak dolarını getirip Türkiye’ye yatırıyor.Böylece ülkeye giren dövizle cari açık finanse ediliyor. Doları çıkarıp faizi düşürdüğünüzde ne oluyor ortada. Sen faizi aşağı doğru çektiğinde döviz yukarı gitmese senin tezin doğru… Ama Türkiye Brezilya gibi Arjantin gibi riskli ülke… Dengeleri iyi kurmak gerekiyor. Yani Üniversitede İktisat’a Girişte ilk ders arz talep eğrisidir. MB’ye bu hatayı yaptırırsanız Türkiye’yi krize götürürsünüz.”
Yapısal krize doğru gidiş

Ekonomi nereye doğru?
Türkiye Ekonomisinin ciddi sorunları var. Türkiye bir yapısal krize doğru gidiyor. Bugüne kadar yaşanan 94-98-2001 krizleri tamamen finansal krizlerdir. Bunların tamamı döviz dengesi ve cari açıktan kaynaklanmaktadır. Ama bu sefer biz daha farklı bir krize doğru gidiyoruz. ABD deki mortgage krizine benzer.
Peki, Türkiye nereye gidiyor?
Türkiye 2002-2010 yılları arasında Abdullah Gül`ün fikir babalığını yaptığı “sıfır sorun” politikası ile çok başarılı bir dış politika sergilemişti. Bu başarılı dış politika ekonomimize yani ihracatımıza da yansımıştı.
Halbuki 2010 yılından sonra dış politikada Abdullah Gül`ün yerini Ahmet Davutoğlu aldı. Güvercin politikasının yerine şahin politikası tercih edildi.
Bu dış politikayla Türkiye giderek yalnızlaşıyor. Türkiye giderek bir Avrupa Ülkesi olmaktan ziyade Ortadoğu ülkesi görünümüne girmeye başladı. Dış politika çökmüş durumda. Hatta bu gün ekonomimizin bu kadar kötü olmasının sebeplerinden birisi de başarısız dış politikadır.
İhracatımız 2008 yılından beri 150 milyar dolar bandında geziyor. Artmıyor Niye artmıyor Çünkü Suriye kapılarını kapattı Irak kapılarını kapattı. Libya Mısır Türkiye`yi kazıyıp attı.

Yani başlangıçta komşularla sıfır sorun dendi, ama bakıyorsunuz ki dış politikamız bugün full sorunlu bir dış politika haline geldi.
Geçtiğimiz günlerde tavuk üretim çiftliği olan bir iş adamımızla konuşuyoruz; üretimimizin yüzde 35’ini Arap ülkelerine satıyoruz demişti. Ama Arap ve Ortadoğu kapıları kapandı. Ne olacak şimdi. Üstelik beyaz et sektörü son zamanların parlayan yıldızıydı. Yahu böyle bir belirsizlik ortamında kim yatırım yapar Allah aşkına?

GİDİŞATTAN HERKES ENDİŞELİ
“Bir kez daha söylüyorum Türkiye`de ekonomi kötü gidiyor. Gidin Organize Sanayi Bölgelerini gezin Hatta Ak Partiye oy veren sanayici işadamlarıyla konuşun Hepsi gelinen noktadan dertli. Ne olacak bu gidişat diye endişelenmeye başladılar”
Peki İç güvenlik yasa tasarısı ile ilgili ne söylemek istersiniz?
İç güvenlik yasa tasarısının iki yönü var madalyonun iki yüzü gibi…
Birinci yönü molotof kokteylinin ateşli silahlar grubundan sayılması; polise karşı kullanılan demir bilye, çubuk gibi araçlar; kamu malına zarar verici faaliyetler; alınan kararlar ve artırılan cezalar…Bu yönüyle bu yasa tasarısının ilgili maddelerine biz olumlu bakıyoruz.
Ancak bir de madalyonun diğer yönü var ki terörle mücadele bahane edilerek insanların en doğal hakkı olan gösteri ve yürüyüş hakkı ellerinden alınmak isteniyormuş gibi bir izlenim de yok değil. Sanki giderek polis devleti haline getirilmek isteniyor Türkiye.
Gerçi gidebilir de gidilmeyebilir de Çünkü yetki savcıdan alınıp valiye veriliyor. Vali kullanabilir de kullanmayabilir de. Ama ya kullanırsa!
İyi olan bir şey yok mu?
Burada şunu da belirtmeliyim ki yapılan her şey yanlıştır demek acımasızca olur ve haksızlık olur.
Elbette her şey kötü gidiyor diyemeyiz. Özellikle vurgulamak isterim ki 2002-2010 yılları arasında çok başarılı bir dönem geçirdik.
En önemlisi istikrarlı bir makro ekonomiye kavuştuk. Bu dönemde özel sektörde de çok ciddi yatırımlar ve girişimler meydana geldi.
Ayrıca Kamu yatırımları açısından da binlerce kilometre duble yol, yüzlerce; stat, hastane, kongre ve kültür merkezleri ve daha burada sayamayacağımız bir çok faaliyet bu dönemde gerçekleşti. Türkiye adeta baştan başa bir şantiye halini aldı.
Ayrıca bahsettiğim dönemde sağlık sistemi adına yapılan çok ciddi yenilikler de yok değil.
Yine bana göre yapılan en önemli şeylerden bir tanesi askeri vesayetin omurgasının kırılması oldu. Bu sayede iktidar olsun muhalefet olsun bugünün siyasetçisi daha bir özgüvenle siyaset yapıyor.
Ben burada ne iktidarın yaptığı icraatları anlatarak iktidar yanlısı görüntüsü vermek isterim ne de sadece yanlışları söyleyerek muhalefet partisi yanlısı görüntüsü vermek isterim. Benim hayatımın ilkesi hakkın ve hakikatin yanında olma ve daima doğru bildiğini söyleme ilkesidir. Ben de bu ilkeye istinaden aklımın ve vicdanımın gereğini yapmaya çalışıyorum.

Muhalefet hakkında ne düşünüyorsunuz?
Muhalefete de eleştiri getiren Bozkurt; bana bir parti söyleyin ki “ekonomiyi şu şekilde düzlüğe çıkaracağız, yatırımlar durmayacak, köprüler, yollar yapacağız; biz sanayiyi de canlandıracağız” desin…
Bana bir muhalefet partisi söyleyin ki ekonomi ya da dış politika ya da eğitim sistemi adına bir proje üretmiş olsun.
Ama varsa yoksa Tayip Erdoğan böyle demiş Ona cevap yetiştiriyorlar. Yani gündem yaratmıyor, gündemin peşine takılıyorlar. Kusura bakmayın böyle muhalefete böyle iktidar şimdi kimse oturup ağlamasın.
Evet, gördüğünüz gibi Bozkurt’un eleştirilerinden yalnız iktidar değil, muhalefet de nasibini alıyor. (devamı yarın)

Eğitimde durum ne?
“TESİAD Eğitim konusunda çok geniş bir rapor hazırladı. Bu konuda Amerika`yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Dünyada uygulanan başarılı eğitim sistemleri var. İngiltere, Almanya ve Japonya bu konuda önemli örnekler… ”
Bozkurt “İngiltere 1720 de devrim yapmış, meslek liselerini kurmuş” deyince ben de araya girip “geçtiğimiz yıllarda devrim yaptılar, 4+4+4 sistemini getirdiler, eğitimi 60 aya indirdiler” dedim. Bunun üzerine tekrar sözü alan Bozkurt “Devrim deyince vurup devirmekten bahsetmiyorum” ifadesini kullanınca hep birlikte gülüştük. İyi de oldu. Biraz sohbete keyif geldi. Daha sonra BOZKURT şöyle devam etti:
“Eğitimde 30`a 70 sistemi diye harika bir sistem var. Bu sistemi en iyi uygulayan ülke Almanya ve Japonya. Neredeyse yüzyılı aşkındır Almanya bu sistemi istikrarlı bir şekilde uyguluyor. Bu sistemi rahmetli Özal Türkiye`ye getirmek istedi. Fakat o günkü Türkiye, henüz tarım toplumu olduğundan ve bu sisteme geçmek için altyapısı müsait olmadığından geçemedi.
Daha sonra 2002-2007 yılları arasında Eğitim bakanı Hüseyin ÇELİK zamanında bu sisteme geçildi. Çok da güzel uygulanıyordu fakat daha sonra gelen eğitim bakanları devamlı sistemde değişiklik yaparak sistemi karman çorman hale getirdiler. En son 4+4+4 ile eğitimde devrim gerçekleşti(!).(Devamı yarın)

Paralel yapıya ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Daha önce bir kaç vesileyle de değişik basın protokollerinde de ifade ettim. Ben Gülen cemaatinin cemaat kanadıyla paralel yapıyı kesinlikle birbirinden ayırıyorum. Dünyanın dört bir tarafına gitmiş ihlas ve samimiyetle hizmet eden hiçbir dünyevi beklenti içerisine girmeyen insanlara terör örgütü üyesi ya da terörist muamelesi yapmak doğru değil.
Fakat cemaatin içerisinde yetişmiş olup daha sonra emniyetin içerisine, adliyenin içerisine ya da yüksek bürokrasiye gitmiş olan binlerce insan var. Bunlardan bir kısmı kendi arasında örgütlenerek bir paralel yapı oluşturmuşsa -ki vaziyet böyle görünüyor- bu paralel yapıyla mücadele etmek gerekir. Bana göre bu yapı sadece devlet için değil cemaatin kendisi için de bir tehdittir.
Tabii ki bunun böyle olup olmadığına yargı karar verecek.
Sadece bugünkü paralel yapı değil dünkü Ergenekon ya da daha önceki Gladyo hepsi birer derin devlet yapılanmasıdır. Bunların hepsiyle mücadele edip söküp atmadan tam bir demokrasiye ulaşılamaz.
Şu anda gördüğüm kadarıyla Tayyip Erdoğan`ın ve Hükümet`in yapmaya çalıştığı da budur. Türkiye de bir paralel tehlikesi var. Bu Türkiye için gerçekten bir tehdit. Bundan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AK Partinin ileri gelenleri ciddi manada korkuyorlar. Bence haklılar da. Ama bunlar paraleli yok edeceğiz diye Türkiye’yi adeta yaralıyorlar. Şu anda at izi it izine karışmış durumda.
Bir lider ve kadrosu korktuğu bir hedefe ve düşmana karşı kilitlenirse; diğer işler dursun ben öncelikle şu işi bir halledeyim diğerlerini sonra da yaparım derse çok bariz hatalar yapmaya başlayabilir. Bu sefer tüm faaliyetlerini bu mücadeleye endeksli planlamaya mecbur olur.
Yoksa Hükümet 4+4+4’lerle bir şey olmayacağını dershaneleri kapatarak bir yere varılamayacağını bilmiyor mu? Pek tabi biliyor. Ama onun için esas olan Paralelle mücadele…

MERKEZ BANKASINI DÖVEREK OLMAZ
TESİAD’ın 2015 ön görüleri nelerdir?
“Dövizin 6 ay sonra kaç lira olacağını ön görmek doğru olmaz çünkü ekonomilerde statikler yoktur, değişkenler vardır. Bir çok değişkenden bir tanesi değişse sonuç tamamen değişir. Bu yüzden ekonomi günlük saatlik ve hatta bazen anlık takip ve müdahale gerektiren bir alandır. ”
Peki, Merkez Bankası piyasaya döviz enjekte ederek dövizin ateşini düşüremez mi?
“O zaman da döviz rezervleriniz erir. Stokta döviz varlığınız azalınca da cari açığı çeviremezsiniz. Cari açığı çeviremediğiniz takdirde 2001 krizi gibi kriz olur.
Bu cari açığı çevirmek için MB kendi kasasında minimum 50 milyar dolarlık dövizi zaten tutmak zorunda. Onun haricinde de 30-35 milyar doları da kasanızda tutabilmelisiniz ki piyasaları dengede götürebilesiniz. Bu bağlamda MB`nın 80-90 milyar dolar civarında bir rezervi olduğunu dikkate alırsak, rezerv açısından da doğru bir politika yürüttüğü görülür.”
Faizlerin yüksekliği de ayrı bir sorun aşağı çekilmesi gerekmez mi?
Evet faiz Türkiye`nin ciddi bir sorunudur. Yıllarca faiz lobisine ve bu lobinin arkasındaki siyonist ve emperyalist dünyaya milyarlarca dolar haksız ödeme yaptık. Ödenen bu milyar dolarlar bu milletin alın teridir. Seksen milyon Türk milletinin alın terini Amerika ve İngiltere`deki bir avuç tembel emperyalistin avucuna saymak tabii ki doğru değildir.
Bu bağlamda çok ciddi mücadeleler verilmesi gerekir. Sadece bu hususta bizzat benim onlarca beyanatta bulunduğumu ve konferanslar verdiğimi hatırlıyorum.
Faizlerin aşağı çekilmesi konusunda Cumhurbaşkanıyla hem fikirim. Ama nasıl çekileceği konusunda hemfikir değilim. Ekonominin kendi içerisinde dinamikleri vardır. Ve bu dinamiklere bağlı olarak uyguladığı usul ve metotlar vardır. Bu usul ve metotlara bağlı olarak faiz aşağı çekilmelidir. Öyle Merkez bankasını döverek olmaz.

İyi de Türkiye Ekonomik krizden nasıl çıkar?
Türkiye’nin çözülemeyecek bir sorunu yok. Mezhep, din ya da ırkçılığa dayalı kavgalardan bıktık. Yani ideolojik kavgalardan bıktık. Evvela bu hastalığımızdan kurtulmalıyız, demokrasiye odaklanmalıyız.
Türkiye’yi yönetecek insanların, demokrasiyi içine sindirmiş; gerçekten cumhuriyeti, demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü; (jakoben laikliği değil) seküler laikliği içine sindirmiş; ekonomiye odaklanan insanlar olması gerekiyor. Bu durum bizim toplumsal yapımızı birliğe, beraberliğe ve kardeşliğe sevk edecektir. Farklılıklarımızı sorun olmaktan çıkaracaktır.
İkinci olarak da üretime, alın terine yani sanayiye ve ticarete dayalı ekonomiye odaklanmalıyız. Türkiye 2000`li yıllara kadar reel sektör-finans sektörü denkleminde finans sektörü kanadını tercih ederek faiz, döviz ve kambiyo şeytan üçgeninin içerisinde debelenip durdu. Bu yüzden Türkiye ekonomisi daima dışarıdan alınan borçlarla günü kurtaran, üretmeyen bir yapıya dönüştü.
Türkiye 2001 krizinden sonra finans ekonomisinden reel ekonomiye geçti. Bir yandan reel sektörün erkek yatırım alanı dediğimiz inşaat sektörü ve türevlerine bir yandan da dişi yatırım alanı dediğimiz enerji, sanayi ve ticaret alanlarına yöneldi.
Fakat kamu yatırımları 2008`den sonra bütün dikkatini ve enerjisini inşaat sektörüne aktardığı için enerji, sanayi ve ticaret alanları bir duraklama dönemine girdi. Bu duraklama şu anda resesyon derecesindedir. Bir an evvel pozisyon değiştirilip inşaat odaklı ekonomiden sanayi ve enerji odaklı ekonomiye geçilmelidir. Aksi takdirde içinde bulunduğumuz resesyon(durgunluk) derin bir krize dönüşme potansiyelini içerisinde barındırmaktadır.
Umarım bu millet bir kere daha bir krizle imtihan olmaz! Zira artık Türk sanayicisinin ve işadamının buna dayanacak takati kalmamıştır.
Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler Sayın Bozkurt.
A GAZETE / ORHAN ÇELİK